İstanbul’un Fethinin 567.Senesini Tebrik Ederiz
“İstanbul bir gün mutlaka fethedilecektir.
Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan,
onu fetheden asker ne güzel askerdir.
“PINARDAN DAMLAYANLAR….
Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, İstanbul’un müslümanlar tarafından alınacağını müjdeleyip, İstanbul’u alan kumandan ve askere dua buyurmuşlardır. Bu müjdeye ve duaya kavuşmak, islam padişahlarının hepsinin ortak emeli olmuştur.
Sultân Murad han da, her İslâm pâdişâhı gibi İstanbul’u fethetmek arzusundaydı. Hacı Bayram-ı Velî hazretlerini çok sever ve 4-5 yaşlarındaki, şehzade Mehmed’i de yanına alarak ziyarete gider, duasını alırdı.Birgün Hacı Bayram Veli hazretleri ile aralarında şöyle konuşma oldu:
– Efendim! İstanbul’u fethetmek, tek emelimdir. Bu diyârı İslâmın nûruyla aydınlatmak, çan sesleri yerine, ezân sesi duymak istiyorum.
– Çok iyi olur.
– Pekii bu fetih bize nasîb olur mu acabâ?
– Cenâb-ı Hak ömr-ü devletinizi pâyidâr, bu hâlis niyetinizi mübârek eylesin. Ancak sen ve ben, bu fethi göremeyiz.
(Sonra bir köşede oynayan) Şehzâde Mehmed ile Molla Akşemseddîni gösterdi padişaha.
– Şunlar var ya.
– Evet efendim.
– İşte onlar görürler bu fethi.
Sultân Murâd han sevindi o zaman. Ve o gün Akşemseddîn’i, Şehzâde Mehmed’e hoca tayin eyledi.
Ayrıca, O devrin en meşhur ulemâsı, velîsi, şehzâdeye ders verdiler.
Târihi, coğrafyayı iyi öğrendi.
Geçmiş hükümdârları okuyup ders ve ibret çıkardı kendine.
Hem kudretli bir asker, hem kültürlü insandı.
Tahta çıktığında Ondokuz yaşındaydı.
Tek şey vardı gönlünde:
“İstanbul’u almak!..”
Hep bunu düşünür, buna zihin yorar, önüne bizans haritasını alır, gece-gündüz bunun hesaplarını yapardı.
Ve çok kararlı idi.. “Ya Bizans’ı alırız, ya Bizans bizi alır” derdi.
…. Muhasara sırasında, herşeye rağmen Bizansa yardım geldiği ve ümidlerin tükenir gibi olduğu bir zamanda, Sultan Mehmed Han, veziri Veliyüddîn Ahmed Paşayı Akşemseddîn hazretlerine göndererek;
“Şeyh efendiye sor, kal’a feth olmak ve düşmana zafer bulmak ümidi var mıdır?” dedi. Buna Akşemseddîn hazretleri şöyle cevap verdi:
“Ümmet-i Muhammed’den bu kadar müslüman ve gâziler bir kâfir kâlesine doğru hücum ederse, inşâallahü teâlâ feth olur.”
Sultan Mehmed Han, umûmî cevapla yetinmeyip, Veliyüddîn Ahmed Paşayı tekrar Akşemseddîn’e gönderip;
“Vaktini tâyin etsin” dedi. Akşemseddîn murâkabeye daldı. Başını eğip, Allahü teâlâya yalvardı. Mübârek yüzü terledi. Sonra başını kaldırarak;
“İşbu senenin Cemâziyelevvel ayının yirminci günü, seher vaktinde, inanç ve gayretle filan taraftan yürüsünler. O gün feth ola. Kostantiniyye’nin içi ezan sesiyle dola!” dedi. Ayrıca genç pâdişâha bir mektup gönderdi. Mektubunda;
“Kul tedbir alır, Allahü teâlâ takdir eder kaziyesi, delili sâbittir. Hüküm Allahü teâlânındır. Velâkin kul, elinden geldiği kadar gayret göstermekte kusur etmemelidir. Resûlullah’ın ve Eshâbının sünneti budur.” diyordu.
Böylece Akşemseddîn hazretleri bir taraftan İstanbul’un fethi hakkında yeni müjdeler veriyor, diğer yandan da ne şekilde davranılması husûsunda pâdişâha tavsiyelerde bulunuyordu.
Nihâyet Akşemseddîn hazretlerinin tâyin eylediği gün ve saat doldu. Sultan Mehmed Han ordunun başına geçerken, hocası Akşemseddîn’den okumak için bir duâ istirham etti. Bunun üzerine Akşemseddîn hazretleri;
“Yâ Fakih Ahmed!” diyerek himmet taleb eyle!.. Onu vesile kılarak Allahü teâlâya tazarru ve niyâz eyle” buyurdu. Sonra çadırına giren Akşemseddîn hazretleri yanına hiç kimseyi koymamalarını istedi ve kapılarını iyice kapattırdı.
Yeniçeriler, azablar, dalkılıçlar, serdengeçtiler, akıncılar, gönüllüler, erenler, evliyâlar Sultan Mehmed Hanın buyruğuyla İstanbul üzerine akıyorlardı. Mehmed Han bu sırada hocası Akşemseddîn’in yanında olmasını arzuladı ve haber gönderdi. Gelmeyince Akşemseddîn’in bulunduğu çadıra gitti. Çadırın her tarafı iyice kapatılmıştı. Fâtih Sultan Mehmed Han çadıra yaklaşıp, hançerini çıkardı. Hançerle çadırdan biraz keserek, içerisinin görülebileceği kadar bir delik açtı. İçeri bakınca, hocası Akşemseddîn hazretlerini kuru toprak üzerinde secdeye kapanmış, başından sarığı düşmüş, ak saçı ve ak sakalı nûr gibi parlıyor gördü. Ak saçını ve ak sakalını toprağa sürüp, saçını sakalını toprak içinde bırakmıştı. Bu hâli ile İstanbul’un fethinin gerçekleşmesi için Allahü teâlâya yalvarıp duâ ediyor, gözyaşı döküyordu. Fâtih Sultan Mehmed Han, hocası Akşemseddîn’in Allahü teâlâya yalvarıp, duâ etmekte olduğu bu yüksek hâlini görünce, doğruca yerine döndü. Kaleye bakınca surlara tırmanan İslâm askerinin yanında ve önünde ak abalı bir topluluğun da hisara girmekte olduğunu gördü. Az sonra fethin askeri de surları geçip şehre girdi. Böylece İstanbul’un fethi ve Peygamber efendimizin büyük mûcizesi gerçekleşti.
İstanbul sabah sekiz sıralarında fethedilmişti. Fâtih Sultan Mehmed ise şehre öğle saatlerinde Topkapı’dan girdi. Beyaz bir at üzerinde idi. Muhteşem bir alayla ve alkışlar içinde ilerleyerek, Ayasofya’ya doğru yol aldı. Zulümden ve haksızlıktan bıkmış olan Bizans halkı yeni bir bekleyişin içinde idi. Fâtih geçtiği sokakları, caddeleri, evleri dikkatle gözden geçiriyordu. Yanında ileri gelen kumandanlarıyla vezirlerinden başka, Molla Gürânî, Molla Hüsrev, Akşemseddîn ve Akbıyık Sultan gibi âlimler ve velîler topluluğu da bulunuyordu. Yerli halk yolları doldurmuştu. Fâtih Sultan Mehmed çok genç olduğu için, herkes Akşemseddîn’i pâdişâh sanıyordu. Ona, demet demet çiçek veriyorlardı. Akşemseddîn hazretleri, genç pâdişâhı göstererek;
“Sultan Mehmed ben değilim, O dur.” sözüne karşılık;
Sultan Mehmed de;
“Gidiniz, yine ona gidiniz. Sultan Mehmed benim, ama o benim hocamdır. Şehrin mânevî fâtihi O dur.” diyordu. Akşemseddîn hazretlerine; “İstanbul’un fethedileceği zamânı nasıl bildin?” diye sorulunca, şöyle cevap verdi;
“Kardeşim Hızır ile, ilm-i ledünniyye üzere İstanbul’un fetih vaktini çıkarmıştık. Kale fethedildiği gün, Hızır’ın, yanında evliyâdan bir cemâatle hisara girdiğini gördüm. Kale fetholunduktan sonra da, Hızır kardeşimi kalenin üzerine çıkmış oturur hâlde gördüm.”
Ubeydüllah-i Ahrâr’ın “kuddise sirruh” torunu Hâce Muhammed Kâsım’dan şöyle nakil edilmiştir: “Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri, bir gün öğleden sonra, âniden atının hâzırlanmasını istedi. Atı hâzırlanınca, binip Semerkanddan süratle çıktı. Talebelerinden bir kısmı da ona tâbi’ olup, takip ettiler. Biraz yol aldıktan sonra, Semerkandın dışında bir yerde talebelerine; “Siz burada durunuz!” buyurdu. Sonra atını Abbâs Sahrâsı denilen sahrâya doğru sürdü. Talebeleri arasında Mevlâ’nâ Şeyh adıyla tanınmış bir talebesi, bir müddet dahâ peşinden gidip takip etmişti. Bu talebesi şöyle anlattı: “Hâce Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri “kuddise sirruh” ile sahrâya vardığımızda, atını sağa sola sürmeye başladı. Sonra birdenbire gözden kayboldu.”
Ubeydüllah-i Ahrâr “kuddise sirruh” dahâ sonra evine döndüğünde, talebeleri nereye ve niçin gittiğini sorduklarında; “Türk Sultânı Sultân Muhammed Hân (Fâtih), kâfirlerle harp ediyordu. Benden yardım istedi. Ona yardım etmeye gittim. Allahü teâlâ’nın izniyle gâlip geldi. Zafer kazanıldı” buyurdu.
Bu hâdiseyi nakleden ve Ubeydüllah-i Ahrâr hazretlerinin torunu olan Hâce Muhammed Kâsım, babası Hâce Abdülhâdînin şöyle anlattığını nakil etmiştir: “Bilâd-ı Rûma (Anadolu’ya) gittiğimde, Sultân Muhammed Fâtih Hânın oğlu Sultân Bâyezîd Hân, bana, babam Ubeydüllah-i Ahrâr’ın şeklini ve şemâilini tarîf etti ve; “O zâtın beyâz bir atı var mıydı?” diye sordu. Ben de tarîf ettiği bu zâtın, babam Ubeydüllah-i Ahrâr olduğunu ve beyâz bir atının olup, bazen ona bindiğini söyledim. Bunun üzerine Sultân Bâyezîd Hân, bana şöyle anlattı: Babam Sultân Muhammed Fâtih Hân bana şunları söyledi: “İstanbul’u fethetmek üzere savaştığım sırada, harbin en şiddetli bir ânında, Şeyh Ubeydüllah-i Ahrâr Semerkandînin “kuddise sirruh” imdâdıma yetişmesini istedim. Şekil ve şemâilini tarîf ederek şu vasıfta ve şu şekilde ve beyâz bir at üzerinde bir zât yanıma geldi; “Korkma!” buyurdu. Ben de; “Nasıl endîşelenmeyeyim, küffâr çok,” dedim. Ben böyle söyleyince, elbisesinin yeninden bakmamı söyledi. Baktım, büyük bir ordu gördüm. “İşte bu ordu ile sana yardıma geldim. Şimdi sen falan tepenin üzerine çık, üç defa kös vur ve orduna hücûm emri ver,” buyurdu. Emirlerini aynen yerine getirdim. O da bana gösterdiği ordusuyla hücûma geçti. Böylece düşman hezîmete uğradı. İstanbul’un fetih işi gerçekleşti.” 567 yıl geçmesine rağmen her Müslüman-Türk evlâdı aynı heyecanı duymaktadır. Bu güzel İstanbul’u müslüman türk alemine kazandıran, başta Fatih Sultan Mehmed han olmak üzere, Onu yetiştiren hocalarını ve fetihte emeği geçen şehidlerimizi, gazilerimizi ve yüreğinde bu sevgiyi taşıyanları rahmetle ve Fatihalarla anıyoruz. Nimetin kıymetini bilmek ve şefaatlerine kavuşmak temennisiyle inşallah. Allahü tealaya emanet olunuz efendim.
ali zeki osmanağaoğlu