Fil vak’asından ellibeş gün sonra, Muhammed aleyhisselâm doğdu

Muhammed aleyhisselâm doğmadan önce meydâna gelen ve Onun Peygamberliğine müjde ve alâmet olan hâdiselerden biri de Fil Vak’asıdır. Bu hâdise şöyle vuku’ bulmuşdur. Habeşiştan kralı Necâşinin Yemende Ebrehe adında bir vâlîsi vardı. [Habeş pâdişâhlarının hepsine (Necâşi) denir.] San’ada Kuleys adını verdiği bir kilise yapdırdı. Sonra Necâşiye bir mektûb yazıp şöyle dedi: Senin için bir kilise yapdırdım ki, benzeri görülmemişdir ve senden önceki krallara böylesi nasîb olmamışdır. Burayı arablar için hac yeri yapacağım ve artık Kâ’beye kimseyi göndermeyeceğim. Ebrehenin bu sözü arablar arasında duyulup yayıldı. Buna kızan arablardan biri, kilisenin içine girip, def-i hâcetini yaparak kirletdi. Başka bir rivâyete göre ise, arablardan bir cemâ’at kilisenin yakınında ateş yakmışlardı. Rüzgârla ateş kıvılcımı sıçrayıp ağaçdan yapılmış ve altın yaldızla süslenen kilise, temâmen yandı. Yemen vâlîsi Ebrehe bundan dolayı çok kızıp, Kâ’beyi yıkacağım diye yemîn etdi. Habeş askerlerini toplayıp, gidip Kâ’beyi yıkmak için yola çıkdı. Ebrehenin bir fili vardı. On veyâ bin fili olduğuna dâir rivâyetler de vardır. Mekkeye yaklaşdıkları sırada, Abdülmuttalib, Mekke mallarının üçte birini vereyim, geri dönün dedi. Kabûl etmediler. Fili önlerine alıp Mekkeye doğru yürüdüler. Fili Kâ’beye doğru sürdüler. Fil aslâ o tarafa yürümedi. Yönünü başka tarafa çevirdiklerinde, o tarafa koşarak gidiyordu. Sonunda bir yerde durmak mecbûriyyetinde kaldılar. Mekke çevresine adamlar gönderdiler. Bunlar Abdülmuttalibin ikiyüz devesini yakalayıp getirdiler. Abdülmuttalib develerini istemek için Ebrehenin yanına geldi. Ebrehe onu uzakdan görünce, heybetinden ürperdi. Bu gelen kimdir diye sordu. O Mekkenin büyüğü, reîsidir, dediler. Ebrehe onu karşılayıp, kendi minderi üzerine oturtdu ve ne istiyorsun, dedi. Abdülmuttalib, senin süvârilerin benim develerimi tutup getirmişler. Onlara söyle de, develerimi geri versinler, dedi. Ebrehe ona, ey Kureyşin efendisi! Ben size izzet ve şeref kazandıran şu Kâ’beyi yıkmak için geldim. Sen ise ondan bahsetmiyorsun da, develerini istiyorsun, dedi. Abdülmuttalib şöyle cevâb verdi: Ben develerin sâhibiyim, kendi malımı istiyorum. Kâ’benin sâhibi vardır. O herkese karşı gâlib gelir ve Kâ’beyi korur. Sonra Abdülmuttalibe develerini verdiler, geri döndü. Kâ’beye gidip kapısının halkasına yapışarak, Allahü teâlâya münâcâta, düâya başladı. O sırada gökyüzünde ansızın sürü hâlinde kuşlar gördü. O zemâna kadar öyle kuşlar hiç görmemişdi. Kuşlardan herbirinin gagasında ve iki ayağında mercimekden büyük, nohuddan küçük taşlar vardı. Her taşın üzerinde bir kâfirin ismi yazılı idi. Kuşların bırakdığı taş, başına isâbet eden askerin altından çıkıyor ve o asker hemen ölüyordu. Atlı ise, atı da ölüyordu. Ebrehenin ordusu kaçmaya başladı. Kuşlar ta’kip edip, taş bırakarak hepsini öldürdüler. Ebrehe de çok perîşân bir hâlde öldü. Ebrehenin vezîri kaçıp kral Necâşînin yanına gitdi. Hâdiseyi anlatdı.

Necâşî, bunlar nasıl kuşlarmış ki, bunca seçme ve savaşçı askeri öldürdüler, dedi. Bu sırada vezîr yukarı bakıp, o kuşlardan birinin başının üzerinde dönüp durduğunu gördü. Vezîr Necâşîye o kuşu göstererek, işte o kuşlardan biri dedi. O sırada kuş vezîrin başına bir taş bırakdı. Vezîr, Necâşînin gözü önünde öldü.

Bu hâdise Muhammed aleyhisselâmın doğmasının yaklaşdığına ve Onun peygamberliğine bir işâret idi. İbni Abbâs; Ümmi Hânînin evinde fil vak’asında kuşların atdığı taşlardan çok vardı. Çocukluğumuzda o taşlarla oynardık, diye anlatmışdır.

Fil vak’asından ellibeş gün sonra, Muhammed aleyhisselâm doğdu. Onun doğduğu zemândan Îsâ aleyhisselâm zemânı arası altıyüzyirmi senedir. [İbni Asâkirin, Şa’bîden “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” haber verdiğine göre, Îsâ aleyhisselâm ile Muhammed aleyhisselâm arasında [963] sene fark vardır. (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbının 761.ci sahîfesine bakınız! (Herkese Lâzım Olan Îmân) 15.ci sahîfesinde, vilâdet-i nebeviyyenin, mîlâdın 571.ci senesinde olduğu bildirilmişdir, yazılıdır. Sağlam rivâyet de budur.] Hazret-i Îsâ ile hazret-i Dâvüd aleyhimesselâm arası bin ikiyüz senedir. Hazret-i Dâvüd ile hazret-i Mûsâ aleyhimesselâm arasındaki zemân beşyüz senedir. Hazret-i Mûsâdan hazret-i İbrâhîm Halîl aleyhimesselâm zemânına kadar yediyüzyetmiş sene geçmişdir. Hazret-i İbrâhîmden hazret-i Nûh aleyhimesselâm zemânına kadar bindörtyüzyirmi sene idi. Tûfandan Âdem aleyhisselâma kadar ikibinikiyüzkırk sene idi. Bunların toplamı altıbinyediyüzelli olur.

[Dünyânın ömrü ve insanoğlunun dünyâ üzerine gelişi kesin olarak bilinememekdedir. Dünyânın ömrünü, ya’nî yaratıldığı günden kıyâmete kadar olan zemânı, eski müneccimler, ya’nî astronomlar, seyyâre yıldızların adedince, bin sene, ya’nî yedibin sene demişlerdir. İdrîs aleyhisselâm buyurmuş ki, (Bizler, Peygamber olduğumuz hâlde, dünyânın ömrünü bilemedik). Dahâ geniş ma’lûmât için, (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbının yetmişdokuzuncu sahîfesine bakınız!]