Güzel Ahlâkı
Aşağıdaki
yazı, (Rıyâd-un-nâsıhîn) kitâbının üçüncü kısm, ikinci bâb, onuncu faslından
terceme edilmişdir:
Allahü teâlâ,
sevgili Peygamberine verdiği iyilikleri, ihsânları sayarak, Onun mubârek
kalbini okşarken, kendine güzel huylar verdiğini, (Sen güzel huylu olarak yaratıldın)
meâlindeki
âyet-i kerîme ile bildirmekdedir. Akreme buyuruyor ki, Abdüllah ibni Abbâsdan
işitdim: Bu âyet-i kerîmedeki (Huluk-ı azîm), ya’nî güzel huylar, Kur’ân-ı kerîmin bildirdiği ahlâkdır. (Hadâik-ul-hakâyık) kitâbında diyor ki, (Âyet-i
kerîmede, (Sen huluk-ı
azîm üzeresin) buyuruldu.
Huluk-ı azîm demek, Allahü teâlâ ile sır, gizli şeyleri bulunmak, insanlar ile
de güzel huylu olmak demekdir. Çok kimselerin islâm dînine girmesine,
Resûlullahın güzel ahlâkı sebeb oldu).
Muhammed aleyhisselâmın bin mu’cizesi göründü, dost düşman herkes
de bunu söyledi. Bu kadar mu’cizelerin en kıymetlisi, edebli olması ve güzel
huyları idi.
(Kimyâ-i
Se’âdet) kitâbında diyor ki, (Ebû Sa’îd-i Hudrî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu
ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, hayvana ot verirdi. Deveyi bağlardı.
Evini süpürürdü. Koyunun sütünü sağardı. Ayakkabısının söküğünü dikerdi.
Çamaşırını yamardı. Hizmetcisi ile birlikde yirdi. Hizmetcisi el değirmeni
çekerken yorulunca, ona yardım ederdi. Pazardan öte beri alıp torba içinde eve getirirdi.
Fakîrle, zenginle, büyükle, küçükle karşılaşınca, önce selâm verirdi. Bunlarla
müsâfeha etmek için, mubârek elini önce uzatırdı. Köleyi, efendiyi, be-
ği, siyâhı ve beyâzı bir tutardı. Her kim olursa olsun, çağırılan
yere giderdi. Önüne konulan şeyi, az olsa da, hafîf, aşağı görmezdi. Akşamdan
sabâha ve sabâhdan akşama yemek bırakmazdı. Güzel huylu idi. İyilik etmesini
sever idi. Herkesle iyi geçinirdi. Güler yüzlü, tatlı sözlü idi. Söylerken
gülmezdi. Üzüntülü görünürdü.
Fekat, çatık kaşlı değildi. Aşağı gönüllü idi. Fekat, alçak
tabî’atli değildi. Heybetli idi. Ya’nî saygı ve korku hâsıl ederdi. Fekat, kaba
değildi. Nâzik idi. Cömerd idi. Fekat, isrâf etmez, fâidesiz yere birşey
vermezdi. Herkese acır idi. Mubârek başı hep önüne eğik idi. Kimseden birşey
beklemezdi. Se’âdet, huzûr isteyen, Onun gibi olmalıdır.)
(Mesâbîh)
kitâbında, Enes bin Mâlik “radıyallahü anh” buyuruyor ki, (Resûlullaha
“sallallahü aleyhi ve sellem” on sene hizmetcilik etdim. Bana bir kerre üf demedi.
Şunu niçin böyle yapdın, bunu niçin yapmadın buyurmadı). Yine (Mesâbîh)de,
Enes bin Mâlik diyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” insanların
en güzel huylusu idi. Beni birgün, bir yere gönderdi. Vallahi gitmem dedim. Fekat,
gidecekdim. Emrini yapmak için dışarı çıkdım. Çocuklar sokakda oynuyordu.
Onların yanından geçerken arkama bakdım. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem” arkamdan geliyordu. Mubârek yüzü gülüyordu. (Yâ
Enes! Dediğim yere gitdin mi?) buyurdu. Evet
gidiyorum yâ Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem” dedim).
Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” diyor ki, (Bir gazâda, kâfirlerin
yok olması için düâ buyurmasını söyledik. (Ben,
la’net etmek için, insanların azâb çekmesi için gönderilmedim. Ben, herkese
iyilik etmek için, insanların huzûra kavuşması için gönderildim) buyurdu).
Enbiyâ sûresinin yüzyedinci âyetinde meâlen, (Seni,
âlemlere rahmet, iyilik için gönderdik) buyuruldu.
Ebû Sa’îd-i
Hudrî “radıyallahü anh” buyurdu ki, (Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”
hayâsı, bâkire islâm kızlarının hayâlarından dahâ çokdu). Enes bin Mâlik
“radıyallahü anh” diyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir kimse
ile müsâfeha edince, o kimse elini çekmedikce, mubârek elini ondan ayırmazdı. O
kimse, yüzünü çevirmedikce, mubârek yüzünü ondan çevirmezdi. Bir kimsenin
yanında otururken iki diz üzerinde oturur, ona saygı olmak için mubârek
bacağını dikip oturmazdı).
Câbir bin Sümre “radıyallahü anh”
diyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” az konuşurdu. Lüzûmlu
olduğu zemân veyâ birşey sorulunca söylerdi). Bundan anlaşılıyor ki, her
müslimânın (Mâlâ-ya’nî),
fâidesiz şey
söylememesi, susması lâzımdır. Mubârek sözlerinde tertîl ve tersîl vardı.
Ya’nî, gâyet açık ve metodlu konuşur ve kolay anlaşılırdı.
Enes bin Mâlik “radıyallahü anh” buyuruyor ki, (Resûl
“aleyhisselâm” hastayı ziyârete gider, cenâze arkasında yürür, çağrılan yere
giderdi. Eşeğe de binerdi. Resûl aleyhisselâmı Hayber gazâsında gördüm. Yuları
bir ip olan eşek üzerinde idi. Resûl “aleyhisselâm” sabâh nemâzından çıkınca,
Medîne çocukları ve işçileri su dolu kablarını önüne getirirler. Mubârek
parmağını içine sokmasını dilerlerdi. Kış ve soğuk su olsa da, herbirine
mubârek parmağını sokar, gönüllerini yapardı). Yine Enes “radıyallahü anh”
diyor ki, (Bir küçük kız, Resûl aleyhisselâmın elini tutup bir iş için
götürseydi, birlikde gider, müşkilini hâl ederdi).
Câbir “radıyallahü anh” diyor ki, (Resûl aleyhisselâmdan birşey
istenip de yok dediği işitilmedi).
Enes bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” buyuruyor ki, (Resûl
“aleyhisselâm” ile birlikde gidiyordum. Üzerinde bürd-i Necrânî vardı. Ya’nî
Yemen kumaşından bir palto vardı. Arkadan bir köylü gelip, yakasından öyle
çekdi ki, paltonun yakası mubârek boynunu çizdi, yeri kaldı. Resûl
“aleyhisselâm” geriye döndü. Köylü zekât malından birşey istedi. Resûl
“aleyhisselâm”, onun bu hâline güldü. Ona birşey verilmesi için emr buyurdu). (Tetimmet-ül
mazher) kitâbında diyor ki, (Buradan anlaşılacağına göre, insanların
başında bulunan kimsenin, Resûl aleyhisselâma uyarak, bunların ezâ ve
sıkıntılarına katlanması lâzımdır. Zâten sıkıntıya katlanmak,
herkes için iyi bir huydur. Üstlerin katlanması ise dahâ güzel
olur).
(Zâd-ül
Mukvîn) kitâbında diyor ki, (Resûl aleyhisselâmın komşusu bir ihtiyâr kadın
vardı. Kızını Resûl aleyhisselâma gönderdi. Nemâz kılmak için örtünecek bir
elbisem yok. Bana, nemâzda örtünecek bir elbise gönder diye yalvardı. Resûl aleyhisselâmın
o ânda başka elbisesi yokdu. Mubârek arkasındaki antârîyi çıkarıp, o kadına
gönderdi. Nemâz vakti gelince, elbisesiz mescide gidemedi. Eshâb-ı kirâm
“radıyallahü teâlâ aleyhim ecma’în”, bu hâli işitince, Resûl “aleyhisselâm” o
kadar cömerdlik yapıyor ki, gömleksiz kalıp, mescide cemâ’ate gelemiyor. Biz de
herşeyimizi fakîrlere dağıtalım dediler. Allahü teâlâ, hemen İsrâ sûresinin
yirmidokuzuncu âyetini gönderdi. Önce habîbine, hasîslik etme, birşey
vermemezlik yapma buyurup, sonra da, sıkıntıya düşecek ve nemâzı kaçırarak,
üzülecek kadar da dağıtma! Sadakada ortalama davran buyurdu. O gün, nemâzdan
sonra, hazret-i Alî “kerremallahü vecheh”, Resûlullahın yanına gelip, (Yâ
Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem”! Bugün, çoluk çocuğuma nafaka yapmak
için sekiz dirhem gümüş ödünc almışdım. Bunun yarısını size vereyim. Kendinize
antârî alınız) dedi. Resûl “aleyhisselâm” çarşıya çıkıp, iki dirhem ile bir
antârî satın aldı. Geri
kalan iki dirhem ile yiyecek almağa giderken gördü ki, bir a’mâ
oturmuş, Allah rızâsı için ve Cennet elbiselerine kavuşmak için, bana kim bir
gömlek verir diyordu. Almış olduğu antârîyi bu a’mâya verdi. A’mâ, antârîyi
eline alınca, misk gibi güzel koku duydu. Bunun, Resûl aleyhisselâmın mubârek
elinden geldiğini anladı. Çünki, Resûl aleyhisselâmın bir kerre giydiği herşey,
eskiyip dağılsa bile, parçaları da misk gibi güzel kokardı. A’mâ düâ ederek,
(Yâ Rabbî! Bu gömlek hurmetine, benim gözlerimi aç) dedi. İki gözü hemen
açıldı. Resûl aleyhisselâm”ın ayaklarına kapandı. Resûl “aleyhisselâm” oradan
ayrıldı. Bir dirhem ile bir antârî satın aldı. Bir dirhem ile de yiyecek satın
almağa giderken, bir hizmetci kızın ağladığını gördü. (Kızım,
niçin böyle ağlıyorsun?) buyurdu. Bir
yehûdînin hizmetcisiyim. Bana bir dirhem verdi. Yarım dirhem ile bir şişe ve
yarım dirhem ile de yağ satın al dedi. Bunları alıp gidiyordum. Elimden düşdü.
Hem şişe, hem de yağ gitdi. Şimdi ne yapacağımı şaşırdım dedi. Resûl
“aleyhisselâm”, son dirhemini kıza verdi. (Bununla
şişe ve yağ al. Evine götür) buyurdu.
Kızcağız, eve geç kaldığım için, yehûdînin beni döğeceğinden korkuyorum dedi.
Resûl “aleyhisselâm”, (Korkma! Seninle birlikde gelir,
sana birşey yapmamasını söylerim) buyurdu. Eve
gelip, kapıyı çaldılar. Yehûdî kapıyı açıp, Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve
sellem”
görünce şaşırıp kaldı. Yehûdîye, olanı biteni anlatıp, kıza birşey
yapmaması için şefâ’at buyurdu. Yehûdî, Resûlullahın ayaklarına kapanıp,
(Binlerce insanın baş tâcı olan, binlerce arslanın, emrini yapmak için
beklediği ey koca Peygamber! Bir hizmetci kız için, benim gibi bir miskînin
kapısını şereflendirdin. Yâ Resûlallah!
Bu kızı senin şerefine âzâd etdim. Bana îmânı, islâmı öğret.
Huzûrunda müslimân olayım) dedi. Resûl “aleyhisselâm”, ona müslimânlığı
öğretdi. Müslimân oldu. Evine girdi. Çoluğuna çocuğuna anlatdı. Hepsi müslimân
oldu. Bunlar, hep Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” güzel huylarının
bereketi ile oldu.
O hâlde, ey müslimân! Sen de Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” üzel huyları gibi ahlâklanmalısın! Hattâ, Allahü teâlânın ahlâkı ile
ahlâklanmak, her müslimâna lâzımdır. Çünki, Resûl “aleyhisselâm” (Allahü
teâlânın ahlâkı ile huylanınız!) buyurdu.
Meselâ, Allahü teâlânın sıfatlarından biri (Settâr)dır.
Ya’nî günâhları örtücüdür. Müslimânın da din kardeşinin aybını, kusûrunu
örtmesi lâzımdır. Allahü teâlâ, kullarının günâhlarını afv edicidir.
Müslimânlar da, birbirlerinin kusûrlarını, kabâhatlerini afv etmelidir. Allahü
teâlâ kerîmdir, rahîmdir. Ya’nî lutfü, ihsânı boldur ve merhameti çokdur.
Müslimânın cömerd ve merhametli olması lâzımdır. Bütün güzel ahlâk da böyledir.
Resûl aleyhisselâmın güzel huyları pek çokdur. Her müslimânın
bunları öğrenmesi ve bunlar gibi ahlâklanması lâzımdır. Böylece, dünyâda ve
âhıretde felâketlerden, sıkıntılardan kurtulmak ve O iki cihân efendisinin
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” şefâ’atine kavuşmak nasîb olur.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” şu düâyı çok okurdu: (Allahümme
innî es’elüke-ssıhhate vel-âfiyete vel-emânete ve hüsnel-hulkı verrıdâe
bilkaderi birahmetike yâ Erhamerrâhimîn). Bunun
ma’nâsı, (Ya Rabbî! Senden, sıhhat ve âfiyet ve emânete hıyânet etmemek ve
güzel ahlâk ve kaderden râzı olmak istiyorum.
Ey merhamet sâhiblerinin en merhametlisi! Merhametin hakkı için,
bunları bana ver!) demekdir. Biz zevallılar da, ulu ve şanlı Peygamberimiz gibi
düâ etmeliyiz!