Pınardan Damlayanlar – 536
Bir mü’min doğru bir sebebe yapışırsa, doğru bir netice alır. Yanlış bir sebebe yapışırsa, yanlış netice alır. Doğruya yanlış diye saldırırsa mahvolur. Yanlışa doğru diye sarılırsa felaket olur. Fakat sebebe yapışırken, doğru veya yanlış sebebi ayırmak çok zordur. Peygamber efendimizin ‘aleyhissalatü vesselam’ duası var; “Allahümme erinel hakka hakkan ve erinel bâtıla bâtılan”. Ya Rabbi bana doğruyu doğru bildir, eğriyi eğri bildir, buyuruyor. Bu, Peygamber efendimizin duasıdır. Dolayısıyla, insanın hayatında çekeceği en büyük sıkıntı; yanlış sebebe yapışıp yanlış netice almasıdır. Peki, doğru sebebe ve doğru neticeye nasıl kavuşulur?… Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye kitabında bunun cevabı (formulü) bildirilmiş. Buyurmuşlar ki; İki formül veriyorum. Kim bu iki formülü uygularsa, yaptığı işi doğru da yapsa yanlış da yapsa neticesi doğru çıkar. Öyle bir formül ki mutlaka doğruya götürüyor. Birincisi; yapacağınız her şeyden önce birisini sevindirmek, yani sadaka vermek, sonra dua etmek. Ya Rabbi, ben şu işe teşebbüs etmek istiyorum, beni muvaffak eyle, demek… Birinci sebep budur. İkincisi ise, yetmiş defa “estağfirullah min külli ma kerihallah” okumak buyuruluyor. Okuduk, sadakayı verdik, duayı yaptık, işe başladık…. Olur ya, iflas ettik!.. Hani doğru sebep doğru netice verecekti? Büyükler buyuruyorlar ki; Her türlü başarının, her türlü iyi geçinmenin, her türlü rahat ve huzurun engeli insanın nefsidir. Çünki nefs, Allaha düşmandır, Peygambere düşmandır, bize zaten düşmandır. İşte insanın dünyada her türlü çektiği sıkıntılar üzüntüler ne varsa hepsi nefsine tâbii olmasından, yani nefsin engelindendir, buyuruyorlar.