Her birinde bir Peygamber sûreti vardı
Hişâm bin Âs “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Emîr-ül mü’minîn Ebû Bekr “radıyallahü anh” halîfeliği sırasında beni bir arkadaş ile rûm imperatörü Herakle gönderdi ve onu islâma da’vet etmemizi söyledi. Heraklin vâlîlerinden Cebeli Gassanînin bulunduğu Gavtaya vardık. Vâlî ile görüşmek istedik. Bir kimse göndererek bu isteğimizi bildirdik. Vâlî de bize bir kimse göndererek söyleyeceklerini sana söylesinler demiş. Biz söyleyeceklerimizi vâlînin kendisine söyleyeceğiz dedik. Bunun üzerine bizi vâlînin yanına götürdüler. Vâlî niçin geldiniz, söyleyecekleriniz nedir, diye sordu. Hişâm bin Âs “radıyallahü anh” aralarında geçen konuşmayı şöyle nakl etmişdir: Sizi islâmiyyete da’vet etmek için geldik, dedim. Vâlî siyâh elbiseler giymişdi. Niçin siyâh elbiseler giydin diye sordum. Müslimânları Şâmdan çıkarıncaya kadar siyâh elbiseler giyeceğim, dedi. Bize Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” haber verdi ki, sizin şu ânda oturduğunuz topraklarınızı da biz alacağız dedim. Vâlî; Siz gündüz oruc tutup, gece yemek yiyen kavm değilsiniz ki, buraları alabilesiniz, dedi ve bize orucdan sordu. Biz de gündüz oruc tutup gece yemek yidiğimizi söyleyerek, nasıl oruc tutduğumuzu anlatdık. Bunları dinleyince vâlînin yüzü simsiyâh oldu. Sonra bizim yanımıza bir kimse katarak Herakle gönderdi. Heraklin bulunduğu şehre yaklaşınca, yanımızdaki adam, siz bindiğiniz bu develerle şehre giremezsiniz. Sizi başka bineklere bindirelim, dedi. Biz kendi develerimizden başka bineğe binmeyiz, dedik. Durumu Herakle bildirdikden sonra, biz develerimizin üzerinde ve kılıçlarımızı kuşanmış olarak şehre girdik. Heraklın serâyının önüne vardık. Herakl, serâyının penceresinden bize bakıyordu. Yüklerimizi indirdik. “Lâ ilâhe illallahü vallahü ekber” dedik. Heraklın bakmakda olduğu pencerede oturduğu yer hurma dalı gibi sallandı.
Bize bir adamı ile, sakın dinlerini bize hemen açıklamasınlar diye haber gönderdi. Sonra bizi serâya aldı. İçeri girince Herakl tahtına oturdu. Kırmızı elbiseler giymişdi. Bütün eşyâları da kırmızı idi. Rûm patrikleri de orada toplanmışdı. Melikin yanına yaklaşdık. Bize, birbirinize verdiğiniz gibi, bize neden selâm vermediniz, dedi. Biz de, birbirimize verdiğimiz selâmı size vermeyiz ve sizin birbirinize verdiğiniz selâmı da biz söylemeyiz, dedik. Sizin birbirinize verdiğiniz selâm nedir? diye sorunca, “Esselâmü aleyküm”dür dedik. Büyüklerinize nasıl selâm verirsiniz, dedi. Yine aynı sözle dedik. Sonra sizin aranızda en büyük sözünüz nedir, dedi. “Lâ ilâhe illallah vallahü ekber”dir, dedik. Bu sırada içinde bulunduğumuz oda yine sallandı. Melik başını kaldırıp tavana bakdığında başı da sallanıyordu. Sonra bize dönüp, siz bu sözü büyüklerinizin yanında söyleyince bulunduğunuz yerde böyle sallanma olur mu? dedi. Hayır sallanmaz. Biz böyle sallanmayı sâdece burada gördük diye cevâb verdik. Melik, isterdim ki bu sözü söylediğiniz her yerde böyle sallanma olsaydı, dedi. Niçin dedik. Çünki, o zemân bu sallanma peygamberlik alâmetlerinden olmazdı. Bir göz boyamacılık ve sihr olurdu, dedi.
Sonra bize arzû etdiği birçok sorular sordu, cevâbını verdik. Abdestimizden, nemâzımızdan sordu, biz de cevâb verdik. Sonra bize iyi bir yer hâzırlatdı. Orada üç gün misâfir kaldık. Bir akşam bizi yanına çağırdı. Önceki sorduğu soruları tekrâr sordu. Biz de cevâblarını verdik. Sonra işâret etdi, bir sandık getirdiler. Sandığın dört köşesi altınla süslenmiş ve eskimiş birçok bölümleri vardı. Her bölümün kapağı ve üzerinde kilidi vardı. Bir bölümü açıp içinden siyâh renkli bir ipek parçası çıkardı. Bu ipeğin üzerinde bir insan resmi yapılmışdı. Kırmızı benizli, büyük gözlü, güler yüzlü, uzun boylu ve siyâh elbiseli idi. Fekat sakalı yokdu. Böyle bir kimseyi hiç görmemişdik. Bunu tanır mısınız, kimdir, dedi. Biz hâyır bilmiyoruz dedik. Melik, bu Âdemin “aleyhisselâm” resmidir, dedi. Sonra sandıkdan başka bir bölmeyi açdı.
Bir parça siyâh ipek dahâ çıkardı. Üzerinde bir insan resmi vardı. Beyâz benizli, kıvırcık saçlı, kırmızı gözlü, başı büyük ve sakalı güzel idi. Bunu tanır mısınız, dedi. Tanımayız dedik. Bu Nûh aleyhisselâmdır, dedi. Sonra sandıkdan bir bölme dahâ açıp bir parça siyâh ipek çıkardı. Onun üzerinde de bir insan resmi vardı. Çok beyâz, açık alınlı, güzel gözlü, beyâz yüzlü, ak sakallı ve sanki canlı gibi tebessüm eder bir hâldeydi. Bunu tanıdınız mı, dedi. Hâyır dedik. Bu İbrâhîm aleyhisselâmdır, dedi. Sonra bir resm dahâ çıkardı. Ak benizli idi. Herakl bize bunu tanıdınız mı, dedi. O Peygamber Efendimiz idi “sallallahü aleyhi ve sellem”. Hemen tanıdık ve evet vallahi bu bizim Peygamberimizdir, dedik ve ister istemez ağlaşdık. Melik ayağa kalkdı ve sonra oturdu ve Allah hakkı için bu sizin Peygamberinizdir, dedi. Biz de evet bu bizim Peygamberimizin sûretidir, sanki onu canlı gibi görüyoruz, dedik. Sonra Melik bize dikkatlice bakdı ve bu resm bu sandığın son bölümündedir. Fekat ne yapacağınızı görmek için bunu size acele ederek önce gösterdim, dedi. Sonra sandığın diğer bölmelerini birer birer açdı. Her birinde bir Peygamber sûreti vardı. Son olarak bir yiğit resmi çıkardı. Siyâh sakallı, nûr yüzlü, güzel gözlüydü. Bunu tanıdınız mı, dedi. Hâyır bilmiyoruz, dedik. Bu Îsâ bin Meryemdir “aleyhisselâm”, dedi.
Herakle, bunları nereden buldunuz. Bunlar peygamberlerin hilyelerine uygundur. Zîrâ Peygamber Efendimizin sûreti hilye-i se’âdetine uygundur, dedik. Dedi ki, Âdem aleyhisselâm, neslinden ne kadar peygamber gelecekse sûretlerini görmeyi Allahü teâlâdan diledi. Allahü teâlâ onların sûretlerini gönderdi. Âdem aleyhisselâmın hazînesinde idi. Zülkarneyn o resmleri garb tarafında bir yerde buldu ve Danyâl aleyhisselâma verdi. Danyâl aleyhisselâm o resmleri ipek parçaları üzerine geçirdi. Bunlar aynen Danyâl nebînin tasvîr etdiği resmlerdir. Herakl bunları anlatdıkdan sonra; Mülkümü terkedip sizin yanınızda ölünceye kadar hizmetcilerinizden olmayı çok isterdim, dedi. Sonra bize güzel hediyyeler vererek gönderdi. Emîr-ül mü’minîn Ebû Bekrin “radıyallahü anh” huzûruna varınca olanları aynen anlatdık.
Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü anh” ağladı ve eğer Allahü teâlâ ona iyilik ve hayr verse idi, dediğini elbette yapardı, dedi. Sonra buyurdu ki: Nasârânın ve yehûdîlerin Tevrât ve İncîlde, Resûlullahın sıfatlarını okuduklarını Resûlullah “aleyhisselâm” bildirdi. Bu husûsda Allahü teâlâ [A’râf sûresi 157.ci âyetinde meâlen] (Yanlarındaki Tevrât ve İncîlde yazılı buldukları o ümmî peygambere uyanlara o peygamber iyiliği emr eder, onları kötülükden sakındırır…) buyurdu.