Bu hâdiselerden sonra çok korkmaya başladım.
Halîme hâtun şöyle demişdir: Bu hâdiselerden sonra çok korkmaya başladım. Muhammedi “sallallahü aleyhi ve sellem” Mekkeye götürüp, emâneti teslîm etmek istedim. Mekkeye doğru yola çıkmak üzere iken bir nidâ işitdim, şöyle diyordu: Ey Mekke vâdisi, sana âfiyet olsun. Bundan sonra, yakîn nûru ve dînin cemâli, kemâli ikbâl ve Allahü teâlânın sevgilisi sana dönecekdir. Sonra merkebe binip Muhammedi “sallallahü aleyhi ve sellem” Mekkeye ulaşdırdım. Bir topluluk gördüm. Muhammedi “sallallahü aleyhi ve sellem” onların yanına bırakdım. Ba’zı mühim işlerimi yapmaya gitdim. Âniden kulağıma korkulu bir ses geldi. Acele geri döndüm. Muhammedi “sallallahü aleyhi ve sellem” bırakdığım yerde bulamadım. Yanına bırakdığım kimselere sordum. Nereye gitdiğini söylemediler. Ağlayıp feryâd ederek, âh Muhammed! Vah Muhammed diyordum. Âniden karşıma za’îf, ince uzun boylu bir ihtiyâr çıkdı.
Sana Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” nerede olduğunu bilen bir kimseyi söyleyeyim, dedi. Kimdir deyince, şu hubel putudur dedi. Bunun üzerine o kimseye kızarak, sen Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” doğduğu gece hubel putunun ve diğer putların yere yıkıldığını bilmiyormusun, dedim. O kimse bana sen delirmişsin. Ben hubele varıp yalvarayım da, senin oğlunu geri versin, dedi. Sonra hubelin etrâfında dönüp başını öpdü ve putu medh ederek, bu kadının oğlu Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem” kaybolmuş dedi. Yaşlı kimse hubel putunun yanında Muhammed ismini söyler söylemez, hubel ve diğer putlar yüzüstü yere yıkıldılar. Ey ihtiyâr, biz Muhammedin elinde kırılacağız diye bir ses geldi. O ihtiyâr titreyerek ve ağlayarak putların yanından ayrıldı. Bana, ey Benî Sa’dlı kadın, senin oğlunun sâhibi vardır. Onu kaybolmakdan korur, hiç üzülme, dedi.
Halîme hâtun sözlerine devâm ederek şöyle anlatmışdır: Bu haberin Abdülmuttalibe ulaşmasından korkdum. Hemen gidip kendim durumu bildirdim. Bu iş Kureyşlilerin bir hîlesidir diyerek kılıcını çekdi ve ey Kureyş kabîlesi diye bağırarak onları yanına çağırdı. Yanına toplandılar. Onlara durumu anlatdı. Her birisi bir tarafa gidip, Muhammedi “sallallahü aleyhi ve sellem” aramaya başladı. Hiçbiri bulamadı. Abdülmuttalib ise Kâ’beye gidip, yedi kerre tavâf etdikden sonra: Yâ Rabbî! Muhammedi “sallallahü aleyhi ve sellem” bize geri ver diye münâcâtda bulunarak, şu ma’nâda bir şi’r okudu:
Yâ Rabbî! Kavuşdur beni Muhammedime,
Döndür Onu bana, o sağ kolum yerinde.
Muhammedim kayboldu bilinmiyor hiç yeri,
Zarar gelirse Ona helâk et kavmimi.
Bunları söyledikden sonra, Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem” Tihâme vâdîsinde falan ağacın altındadır diye bir ses işitdi. Derhâl o vâdîye doğru yola çıkdı. Yolda Varaka bin Nevfel ile karşılaşdı. Birlikde Tihâme vâdîsine gitdiler.
Vâdîye vardıklarında, Muhammedi “sallallahü aleyhi ve sellem” bir ağacın altında ağacın dallarıyla ve yapraklarıyla oynar hâlde buldular. Abdülmuttalib yanına yaklaşıp: Ey evlâdım sen kimsin? dedi. Muhammed bin Abdüllah bin Abdülmuttalibim diye cevâb verdi. Bunun üzerine Abdülmuttalib, ben senin deden olurum, dedi. Sonra Onu Mekkeye getirdiler. Süt annesi Halîme hâtuna çok ikrâmda bulunup, kıymetli hediyyeler vererek, kabîlesine gönderdiler. Abbâs “radıyallahü anh”, Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” medh etmek için yazdığı ba’zı şi’rlerinde bu hâdiseden şöyle bahsetmişdir:
Yapraklar altında korunduğun gibi sen,
Bundan önce de gölgeliklerde hoş idin sen.