Tûr-i Sînâ dağına varınca
Şeyh Muhyiddîn-i Arabî “kuddise sirruh” (Fütûhât-ı Mekkiyye) adlı kitâbının sonunda şöyle nakl etmişdir: Ebûl Abbâs Ca’fer bin Muhammed Huldî şöyle anlatmışdır. Hazret-i Cüneyd “kuddise sirruh” ile Hicâza gidiyorduk. Tûr-i Sînâ dağına varınca, hazret-i Cüneyd dağa çıkdı. Biz de onunla birlikde çıkdık. Mûsâ aleyhisselâmın durduğu makâmda durdu. Üzerimizi o makâmın heybeti kapladı. Yanımızda bir kimse dahâ vardı. Hazret-i Cüneyd ona bir şi’r oku dedi, o da şu şi’re başladı:
Aşk kemâle erdikden sonra,
Gözleri kamaşdıran bir şimşek çakdı.
Şi’ri sonuna kadar okuyup bitirdi. Bunun üzerine hazreti Cüneyd tevâcüde (Simâ’ya) başladı. Biz de başladık. Yerdemiyiz, gökde miyiz, kendimizden geçdik. Bulunduğumuz yerin yakınında bir kilise vardı. Kilisedeki râhib bize; Ey ümmet-i Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”! Bana cevâb veriniz, diye bağırdı. Biz öyle bir tatlı hâlde idik ki, hiç birimiz ona iltifât etmedik. Râhib tekrâr seslenip, temiz dîniniz için cevâb veriniz, dedi. Yine hiç cevâb veren olmadı. Üçüncü def’a seslenip, Ma’bûdunuz hakkı için cevâb veriniz, dedi. Simâ’ hâlinde olduğumuz için kimse cevâb vermedi.
Simâ’ı bitirince, Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri Tûr dağından aşağı inmek istedi. Kilisedeki râhibin bana cevâb veriniz diye yemîn verdiğini söyledik. Öyleyse onunla konuşalım. Belki Allahü teâlâ hidâyet verir de müslimân olur, dedi. Râhibi çağırdık. Yanımıza gelip, selâm verdi. Sonra bize içinizden hanginiz üstâddır, dedi. Hazret-i Cüneyd, bunların hepsi üstâddır, dedi. Râhib, muhakkak ki içinizden biriniz en büyüğünüzdür, dedi. Biz Cüneyd hazretlerini göstererek, büyüğümüz bu zâtdır, dedik. Râhib, Cüneyd hazretlerine, bu yapdığınız iş (simâ’) dîninizde umûmî midir, husûsî midir, dedi. Hazret-i Cüneyd husûsîdir cevâbını verdi. Ne niyyetle simâ’ yaparsınız? diye sorunca da, ümmîd ve ferâhlık için yaparız, dedi. Râhib, ne niyyetle sayha (coşup, bağırma) yaparsınız, dedi. Cüneyd hazretleri, Rabbimize kulluğumuzun kabûlü için, dedi. Sonra da, nitekim Allahü teâlâ rûhlara “Ben sizin Rabbiniz değilmiyim” buyurduğunda rûhlar, “Evet Rabbimizsin” demişlerdi, dedi. Râhib o ses nedir deyince, ebedî nidâdır dedi. Râhib ne niyyetle oturursunuz diye sorunca, Allahü teâlâdan havf (korkmak) niyyetiyle otururuz, dedi. Râhib doğru söylüyorsun deyip, kelime-i şehâdeti söyledi ve müslimân oldu. Cüneyd hazretleri râhibe, bizim doğru söylediğimizi nereden bildin, dedi. Râhib dedi ki: Ben Mesîh bin Meryeme inen İncîlde şöyle okudum: Muhammedin “aleyhisselâm” ümmetinin havâssının [seçilmişlerinin] elbiseleri hırka, yemekleri ekmek parçaları ve meskenleri bir odadır. Onlar Allahü teâlâya âşıkdırlar ve ancak Onunla ferâhlık ve râhatlık bulurlar. Devâmlı Onu isterler. O râhib müslimân oldukdan üç gün sonra vefât etdi “rahmetullahi aleyh”.