Bir derede sayısız hayvân ve kuş toplanmışdı.

Hazret-i Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” peygamberliğini müjdeleyenlerden biri de Kus bin Sa’îde-tül Eyâdîdir. Bir def’asında Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna, Iyâd kabîlesinden bir hey’et geldi. Onlara hanginiz Kus bin Sa’îdeye ulaşmışdır ve onu bilir diye, sordu. Yâ Resûlallah, hepimiz onu biliriz dediler. Hâli nice oldu diye sorunca da, vefât etdi, dediler. Bunun üzerine Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: Sanki dün gece gibi hâtırlıyorum. Ukaz panayırında bir kızıl tüylü deve üzerine binip va’z eylerdi. Hoş nasîhatlar yapar, Hak Sübhânehü ve teâlânın bir olduğunu ve Ona îmân etmeye çağırırdı. Birçok beytler okurdu. Hâtırlamıyorum.

Bu sırada bir kişi, yâ Resûlallah, ben o beytleri Kus bin Sa’îdeden işitmişdim. Müsâade ederseniz okuyayım, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”: “Şi’r, güzeli güzel, çirkini de çirkin olan bir sözdür” buyurdu ve izin verdi. O kimse Kus bin Sa’îdenin şöyle söylediğini işitdim, diyerek şi’ri okudu. Şi’rin ma’nâsı şöyledir: “Önce gelip geçenlerde bize ibret alacak şey çokdur. Ölüm ırmağının girecek yerleri var ama, çıkacak yeri yokdur. Büyük küçük hep göçüp gidiyor. Giden geri gelmiyor. Kat’iyyetle anladım ki, herkesin başına gelen benim de başıma gelecek, ben de öleceğim.”

Bundan sonra, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” oradakilere, kim bize Kus bin Sa’îdenin îmânının alâmetlerinden dahâ başka şeyler söyleyecek buyurdu. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûrunda bulunan hey’etden bir kişi şöyle anlatdı: Yâ Resûlallah! Bir gün memleketimizde bir dağa çıkmışdım. Bir derede sayısız hayvân ve kuş toplanmışdı. Kus bin Sa’îde bir çeşmenin başında elinde asâsıyla durmuş. Yeri göğü yaratan Allah hakkı için, kuvvetlilerin za’îflerden önce su içmesine müsâade etmem. Önce za’îfler, sonra kuvvetliler su içeceklerdir, diyordu. Seni insanlara peygamber olarak gönderen yüce Allaha yemîn ederim ki, gözlerimle şöyle gördüm: O hayvânların ve kuşların kuvvetlileri za’îfler su içinceye kadar bir tarafa çekilip beklediler. Sonra kuvvetliler su içdiler. Hayvanlar ve kuşlar Kus bin Sa’îdenin yanından gitdikden sonra, yanına yaklaşdım. Bakdım ki iki kabr arasında durmuş nemâz kılıyordu. Bu kıldığın ne nemâzıdır dedim. Arablar bunu bilmez. Bu öyle bir nemâzdır ki, göklerin ve yerin yaratanı için kılarım dedi. Lât ve Uzzadan başka ilâh var mıdır? dedim. Ben böyle deyince titredi ve rengi değişdi ve: Benden uzak dur! Şübhesiz ki göklerin ilâhı vardır. Onun şânı yücedir. Bütün mahlûkâtı O yaratdı ve onları tertîb etdi. Güneşi aydınlatıcı, ayı nûrlandırıcı ve yıldızları zînet kıldı, dedi. Sonra ona, neden Allahü teâlâya bu iki kabr arasında ibâdet ediyorsun diye sordum. Bu iki kabrde yatanlar benim dostlarım idiler. Burada ölümden onlara erişen şey bana da erişsin, ben de burada öleyim diye beklerim, dedi.

Sonra şöyle dedi: Yakında size bu tarafdan hak erişecek diyerek Mekke tarafını gösterdi. O hak nedir dedim. Lüveyy bin Gâlib neslinden bir kimsedir. Sizi ihlâsa (tevhîde) da’vet eder, ebedî hayâta ve bitmeyen ni’metlere çağırır. Onun da’vetini kabûl ediniz! Eğer ben Onun zemânına kadar hayâtda kalsaydım, en önce Ona ben îmân ederdim. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bunları anlatan kimseye çok güzel söyledin. Kus bin Sa’îde öyle bir kimsedir ki, Allahü teâlâ Onu kıyâmet gününde yalnız bir ümmet olarak diriltir, buyurdu.