Eshâba da “radıyallahü anhüm ecma’în” anlat buyurdu.

İskenderiyye Üsküfünün kıssası: Mugîre bin Şu’be “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Peygamberliğinin bildirildiği sırada, ticâret için bir kâfile ile Tâifden İskenderiyyeye gitdim. Orada bir üsküf [hıristiyan din adamı] vardı. Bu kimse çok ibâdet ederdi. Halk, hastalarını, şifâya kavuşması için ona getirirlerdi. Ona hiç gönderilmedik Peygamber kaldı mı diye sordum. Evet, Hâtem-ül enbiyâ vardır. Onunla Îsâ aleyhisselâm arasındaki zemân çok değildir. O son Peygamber, ne uzun ne kısa boyludur. Ne siyâh, ne beyâzdır. Gözlerinde kırmızılık vardır. Saçlarını uzatır, kılıç kuşanır. Kimseden korkmaz, savaşa katılır. Eshâbı Onun için canlarını fedâ ederler. Onu anne ve babalarından ve evlâdlarından çok severler. Sıcak bir yerden çıkar. Bir haremden bir hareme hicret eder. Kurak bir yerde yerleşir. İbrâhîm aleyhisselâmın dînine mütâbeat gösterir, dedi. Mugîre bin Şu’be “radıyallahü anh” sözlerine devâm ederek şöyle nakl etmişdir: O Üsküfe, biraz dahâ O Peygamberden bahs et dedim. Şöyle anlatdı: O Peygamber beline izâr bağlar. Her Peygamber kendi kavmine gönderildi. O ise bütün insanlara ve cinnîlere gönderildi. Yeryüzünün her tarafı Ona mescid kılındı. Su bulamadığı zemân teyemmüm ederek nemâz kılar. Ondan bunları dinledikden sonra İskenderiyyede uğradığım her kilisenin üsküfüne Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sıfatlarını ve hilyesini, şeklini, şemâilini sordum ve hepsini tek tek hâfızama yerleşdirdim. Medîneye dönünce, hepsini Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” anlatdım.

Hoşlarına gitdi. Eshâba da “radıyallahü anhüm ecma’în” anlat buyurdu. Ben de günlerce Eshâb-ı kirâma gurub gurub anlatdım.