Ümeyye bin Ebî Saltın yanına uğradım

Hâdiselerden biri de Ümeyye bin Ebî Salt kıssasıdır: Ebû Süfyân şöyle anlatmışdır: Ümeyye bin Ebî Salt Şâmda bana Utbe bin Rebînin hâlini sordu. Anlatdım, güzel dedi. Sonra yaşını sordu, söyleyince, ihtiyârlamış. Onun kusûru budur. Böyle söyleme, ihtiyârlık ona şeref ve fazîletden başka bir şey getirmemişdir, dedim. Bunun üzerine, sus da bunun sırrını söyleyeyim diyerek şöyle anlatdı: Biz kitâblarımızda okuduk ki, bizim diyârımızdan bir Peygamber gelecekdir. Ben şübhesiz o Peygamber ben olsam gerekdir diyordum. İlm ehli olanlarla bu husûsu konuşduk. O Peygamberin Abd-i Menâf oğullarından geleceğini söylediler. Abd-i Menâf oğullarına ne kadar dikkatle bakdıysam da bu işe Utbe bin Rebîden başka uygun birini göremedim. Fekat sen onun yaşını söyledin, yaşı geçmiş. Anladım ki gelecek olan Peygamber o değildir. Çünki o, kırk yaşını geçmiş ve ona peygamberlik bildirilmemiş. Bu konuşmalardan sonra aradan günler geçdi. Hazret-i Muhammede “sallallahü aleyhi ve sellem” Peygamberliği bildirildi. Ben ticâret için Yemen tarafına gitdim. Ümeyye bin Ebî Saltın yanına uğradım ve alay yollu beklediğin Peygamber gönderildi, dedim. Bunun üzerine bana o hak ve gerçek Peygamberdir. Ona tâbi’ ol, dedi. Ben de sen niçin tâbi’ olmazsın, dedim. Dedi ki, kabîlemin kadınlarından utanırım. Onlara dâimâ gelecek olan peygamber ben olacağım derdim. Şimdi benim Abd-i Menâf oğullarından bir kimseye tâbi olduğumu görürlerse kınarlar. Ey Ebû Süfyân! Kendini Onun huzûrunda boynuna ip takılmış bir oğlak gibi kabûl et ve Ona tâbi’ ol. Her ne emr ederse aslâ muhâlefet gösterme, diye tenbîh etdi.

Rivâyet edilmişdir ki, Ümeyye bin Ebî Salt, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna geldi. Göklerin ve yerlerin nasıl yaratıldığını, Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” hâllerini bildiren ve Muhammed aleyhisselâmın medhiyle biten bir kasîde getirdi.

Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ona Tâhâ sûresini okudu. Ümeyye bin Ebî Salt dinleyince, bu insan sözü değildir, dedi. Fekat, benim kardeşlerim vardır, onlar ile, meşveret yapmadan bir iş yapmam, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, sana yazık olur, îmân et müslimân ol, doğru yola gir, buyurdu. Çok çabuk gelirim diyerek devesine bindi ve sür’atle Şâma gitdi. Yolda bir kiliseye uğradı. Orada râhibler vardı. Hâlini onlara anlatdı. Râhiblerden biri bahsetdiğin zâtı gördün mü, görsen tanır mısın, diye sorunca, evet gördüm, dedi. Bunun üzerine onu, içinde Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” resmlerinin bulunduğu bir eve götürdüler. Resmleri birer birer gösterdiler. Hazret-i Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” resmini görünce işte budur, dedi. Râhib, Ümeyyeye dedi ki: Sana yazıklar olsun. Hemen geri dön ve Ona îmân et! O âlemlerin Rabbinin Resûlüdür. Son Peygamberdir, dedi. Ümeyye bin Ebî Salt geri dönüp, Hicâza ulaşdı. O sırada Bedr gazâsı yapılmış ve Kureyş kabîlesinin ileri gelenleri ölmüşdü. Ümeyye bunu öğrenince, eğer O Peygamber olsaydı, kendi kavminin ileri gelenlerini öldürtmezdi deyip, ölenler için bir mersiye söyledi. Hemen Tâife gitdi. Uzun zemân orada kaldı. Bir gün uyumuşdu. Kız kardeşi de yanında idi. Rü’yâsında evin damının yarılıp iki beyâz kuşun içeri girdiğini gördü. Kuşlardan biri karnının üzerine konup kaftânını açdı. Diğeri öleceğini işitmişdir, dedi. Hâyır, Allahü teâlâ gecinden versin diyerek kaftânını üzerine örtdü. Sonra evin damından çıkıp, gitdiler. Evin damında hiç yarık izi kalmadı. Kız kardeşi Ümeyyeyi uyandırdı. Rü’yâsını anlatıp, bana bir haber getirmişler. Fekat bana söylenmesine müsâade edilmemiş dedi. Bundan sonra Tâifden Şâma gitdi. Cefne oğullarının yanına varıp, onları medh etmekle meşgûl oldu. Kuşların dilini bilirdi. Bir gün onlarla şerâb içiyordu. Oradan geçen bir karga ses çıkardı. Ümeyyenin rengi değişdi. Sana ne oldu, dediler. Eğer şu karganın garîb sözü doğru ise, şerâb sırası bana gelmeden ben ölürüm, dedi. Onun söylediklerinin doğru çıkmaması için şerâb sırasında acele davrandılar.

Şerâb sırası Ümeyyenin yanındaki kimseye ulaşdığı sırada, Ümeyye bin Ebî Salt yere düşdü. Kaftânını üzerine örtdüler. Bir müddet sonra kaftânını kaldırıp, bakdılar ki ölmüş! Ölümünden sonra dilinden bu beytler işitildi:

Hayât her ne kadar uzun olursa olsun,
Dâimâ bitmeye mahkûmdur, biter en son.
Keşke ben bunu anlamadan dahâ önce,
Keçi otlatan olsaydım, dağ tepesinde.